14 Ocak 2008 Pazartesi

Özel - Kamusal İlişkisi


Kamusal ve özel kavramları karşı karşıya geldiğinde, akla birden çok karşıtlık gelir. Gerek anlamları, gerek kullanımları bu çeşitliliği destekler. Kamusal alanı; isteyen herkesin herhangi bir ayrıma tabi tutulmadan ulaşabileceği alan olarak kısaca tanımlayabiliriz. Ayrım; kamu kelimesiyle kimlerin sınıflandırıldığı ile ilişkilidir. Ancak özel kelimesine gelince, akla ilk başta iki baskın anlamı geliyor. Bunlardan birincisi gerçek kişilere ait her tür mülkiyet olarak tanımlanan özel mülk, diğeri ise kişisel özel alanlardır.

Kamusal alan ve özel mülk veya özel alan tanımlarının başlangıçları ve değişimleri farklı şekillerde olmuşlardır. Antik Roma’dan 17. yüzyıl İngiltere’sine gelinceye kadar özel kelimesi yasal olarak tanınmamıştır. 17. yüzyılda İngiltere’deki değişikliklerle hem özel mülkün tanımı yapılmış hem de “Habeas Corpus” yasasıyla insan vücudunun mutlak dokunulmazlığı yasal olarak kabul olmuştur. Bu olaylarla birlikte kamunun tecavüz edemeyeceği bir özel alan ortaya çıkmıştır ve kamusal alanla özel alan sınırı kabaca belirlenmiştir. Sonradan Fransız Devrimi, ABD anayasası ve bunlarla gündeme gelen insan hakları; insanın özel alanı sınırları ve özel alanını koruması konularına eğilir. O günün şartlarıyla insan, özel alanını koruyan birey, kamu ise müdahaleci olarak belirtilmiştir ki, bunun sonucu olarak zamanın düşünürleri kamusal alanın önemine ve tanımına eğilmemişlerdir. Aksine kamusal alan tehdidinde sayılan özel alanı koruma amacıyla kamusal ve özel arasındaki sınırı sağlamlaştırmışlardır.

"Kamusal alan tanımı ise ilk kez 1962 yılında basılan Jürgen Habermas'ın "Kamusal Alanın Yapısal Dönüşümü: Burjuva Toplumunun Bir Kategorisi Üzerine Araştırmalar" (Strukturwandel der Öffentlichkeit) adlı kitabında ele alındı. Habermas kamusal alanı, "özel şahısların, kendilerini ilgilendiren ortak bir mesele etrafında akıl yürüttükleri, rasyonel bir tartışma içine girdikleri ve bu tartışmanın neticesinde o mesele hakkında ortak kanaati, kamuoyunu oluşturdukları araç, süreç ve mekanların tanımladığı hayat alanı" olarak tanımlar. Bu tanımla Hebermas kamusal alanın kamuoyunu oluşturan alan olduğunu belirtmiştir. Ayrıca Hebermas “kamusal alan, modern toplum kuramlarında, toplumun ortak yararını belirlemeye ve gerçekleştirmeye yönelik düşünce, söylem ve eylemlerin üretildiği ve geliştirildiği ortak toplumsal etkinlik alanına işaret etmek için kullanılan kavramdır” diyerek kamusal alanı, her türlü çıkardan arınmış, devlet otoritesinin baskısı ve buyruklarından, sermaye egemenliğinden bağımsız bir alan olarak tanımlar. Habermas’ın kitabının 1962’de basılmasının ardından, Avrupa’da farklılıklarını kabullenip önemseyen azınlıklar, mülteciler ve göçmenler gibi çeşitli toplumsal kesimlerin, tanınmayı ve toplumsal alanda çeşitliliğin hakim olmasını talep etmesiyle kamusal alan kavramı daha fazla tartışılır hale geldi. Böylece kamusal alan, siyaset ve hukuk felsefesi tartışmalarının üzerinde odaklandığı temel kavramlardan biri oldu. Bu irdelemelerde Habermas’ın, kamusal alanı Avrupa ile sınırlayarak, sadece burjuvanın oluşturduğu bir alan olarak görmesi ve diğer sosyal yapıları kamusal alana dahil etmemesi eleştirildi. Oscar Negt ve Alexander Kluge, Habermas’ın burjuva kamusallığına karşı çıkarak, kamusal alanı "mücadelenin savaş dışı yollarla karara bağlandığı” proleter alan olarak tanımlarlar. Richard Sennett ise, “Kamusal İnsanın Çöküşü” başlıklı kitabında kamusallaşma kavramını; özgünlük ve entelektüel derinlikle kamusal hayat ve özel hayat arasındaki dengesizliğin nedenlerini ve bu dengesizliğin yol açtığı sorunları da irdeleyerek, batı Avrupa kentleri için, insanların belirli mekanlarda yoğun toplumsal ilişkiler kurma olanaklarına sahip olmaları olarak açıklar.

Avrupa'da uzun süre tartışılan kamusal alanın tanımı, 1980'li yıllarda Türkiye'yi de etkilemeye başladı. Bu kavram çiftinin Türkiye’de dil pratiği içinde bambaşka kullanımları ortaya çıktı. Kaldı ki, kamusal kelimesinin sözlük anlamı da bir süre “devlete ilişkin olan” olarak nitelendi. Böylece kamusal alan kavramı Türkiye’de özellikle 1990’lı yılların başlarından itibaren çeşitli akademik yayınlarda ele alınmaya, kullanılmaya ve politik konularda tartışılmaya başladı." (alıntı)

Mimarlık konusu içinde günümüzde kamusal ve özel kavramlarını karşılaştırırsak önümüze birden çok karşıtlık çıkıyor. Bu çeşitlilik gerek kavram çiftinin kullanıldığı yer, gerekse dönemin sosyal konumundan ötürü meydana gelmiştir. İlk ele alacağımız anlam konutun özel oluşu ve kamusal olan sokakla insan arasında nasıl bir ayırıcı işlevi görmesiyle alakalı. Konut her zaman insanın özel alanı olarak tanımlanmış ve kamusal alandan ayıran bir kabuk olarak kabul görmüştür. Konut kavramının değişimi dünden bu güne kamusal kavramı kadar sert değildir. 18. yüzyılda kamusal alan günümüzün tersine katılımcıyı özgürleştiren değil, katılımcının özgürlüklerini kısıtlayan alan olarak tanımlanıyordu. 19. yüzyılda yapılmış tüm kamusal mekanlar bu düşünceyi destekleyici niteliktedir.Konutlarsa kamusalla özel arasındaki ayrıma görevlerini daha bir göze batar yapmaya başlamışlardır. Örneğin, Adolf Loos erken 20. yüzyılda gerçekleştirdiği bazı iç mekanlarda konutun caddeye bakan pencerelerine buzlu cam yerleştirecek ve kamusal özel kopuşunu “modern insan sokağı gözlemez” gibi bir keskinlikte ifade edecektir. 20. yüzyıla gelindiğinde bu ortam değişip kamusal alanları yalıtmak yerine, onlara katılmayı özendirme yolu seçilir. Konut tasarımındaki bu değişimin en güzel örneklerinden biri saydam dış cephesiyle 1951 yılında tamamlanan Farnsworth House’dur. Ludwig Mies van der Rohe bu tasarımında konutun kendi içindeki özel alanlarını (tuvalet ve mekanik odalar) çekirdekte toplayıp, diğer yaşam alanlarını kamuya neredeyse görünür hale getirmiştir.


Kamusal özel kavram çiftinin ikinci ele alınacak konusu toplu konutlarda oturanların kullanabildiği ancak dışarıdan gelenlerin kısıtlı olarak kabul edildiği kamusal alanlardır. Bu kamusal alanları “özel kamusal alanlar” olarak isimlendirebiliriz. Toplu konutun kendi içindeki kamusal alanları olup, dışardan biri için özel kabul edilen bu alanlar, özellikle güvenlikli toplu konutlarda örneklerini görebileceğimiz alanlardır. Türkiye’de bu günün gerçeği olarak güvenli diye reklamları yapılan “siteler” in sahip olduğu spor alanları, otoparkları, havuzları, çocuk alanları ve bahçelerini bu sıfat altında toplayabiliriz. Öyleyse bu toplu konutların katmanlaşması normal konutun sahip olduğu durumdan farklıdır. Konut ve sokak ilişkisinde daha önce de ele aldığımız gibi konut özel alan sokaksa kamusal alan varsayılır. Bu ikisinin arasında olan bir bölge bulunmaz. Ancak günümüzün toplu konutlarında yine sokak kamusal alan, konut özel alan olarak kabul edilir ve bunlara ek üçüncü katman olarak “özel kamusal alanlar” ortaya çıkar. Bu farklılık insanı hem konut ölçeğinde hem de şehir ölçeğinde etkiler.

Bir diğer ele alınacak anlam; kamusal alanların yüceltilmesi ve konutla iç içe geçirilmeye çalışılması sonucu ortaya çıkan bir kavramdır. Bu anlamı yansıtan en iyi örnek belki de MVRDV’nin tasarladığı Mirador konut bloğu projesidir. Tasarımcılar bu yapıyla kamusal alanı konut bloğunun tam da ortasına yerleştirmişlerdir. Kamusal alanın konutlara tecavüzü gibi bir durum gözlemlenmese de, binanın ana girişinde sirkülasyonların ayrımı söz konusudur. Burada yaşayanlar için tasarlanmış sirkülasyon aksına ek olarak kamusal alana gelen ziyaretçiler için tasarlanmış özel bir sirkülasyon aksı bulunmaktadır. Bu aks binanın dış cephesinden de fark edilebilir olsun diye kırmızı renktedir. Kamusal alan şehri iki zıt yönden gören, düzenlenmesiyle ziyaretçilerin oturabileceği bir seyir terası gibi düşünülmüştür. Bir önceki örneğe zıt olarak burada konut yapısı yine bir toplu konuttur ancak içindeki bir alanı sadece oturanlara değil tüm kamuya açık hale getirmiştir.


Son ele alınacak karşıtlık hali; zaten özel olan konutun kendi içindeki kamusal - özel ayrımıdır. Bu ayrım tartışmaya başlandığında akla ilk gelen soru hangi alanın özel, hangi alanın kamusal olduğudur. Örnek olarak tuvalet evde genel olarak kamusal bir alan olup, kullanımı sırasında belirli sürelerle özel alana dönüşür. Yatak odası da bu örneğe benzer olarak belirli süreler için özel alan konumunda olup diğer zamanlarda özel alanla kamusal alan arasında kalır. Konut tipolojilerinde genel olarak kesin ayırıcı duvarlarla odaların alanları belirlenir. Ancak bazı örnekler bu durumu bozmaktadır. Bu durumun tarihteki ilk örneği olarak Rietveld Schröder House gösterilir. Gerrit Rietveld’in Truus Schröder için tasarladığı evin üst katındaki yaşam alanında iç mekan ayırıcı duvarları hareketli olarak tasarlanmıştır. Bu yolla özel olan alanlar açılarak kamusal alana katılabilirler.

Bu duruma bir örnek daha vermek gerekirse; Shigeru Ban’ın tasarımını gerçekleştirdiği The naked house konuya uygun düşecektir. Müşterinin arzusu özel alanları minimumda tutarak, ev halkının kullanacağı kamusal alanları en yüksek oradan da tutmaktı. Bu yüzden mimar; özel alanları kamusal alanda yüzen kapsüller olarak tasarlamıştır. Kapsüller tavandaki konstrüksiyona asılırlar ve üstleri de kullanılabilir. Japon kültürünü de yansıtan bu örnek, konutun içinde kamusal alanlarla özel alanların birbiri ile ilişkisine radikal bir örnek sayılabilir.

Sonuç olarak; konut tasarımında çokça akıl karıştıran kamusal özel ayrımının kesin sınırları olmadığını söyleyebiliriz. Sokak ile konut arasındaki ilişki ya da konut bloğundaki dairelerin birbiri ile ilişkisi ya da tek bir konutun içindeki ilişki için yüzlerce farklı model oluşturulabilir. Bu kadar farklı ilişkiden standart bir prototip yaratmak yada çeşitlilikleri kullanmak şu an bu kavram çifti için en çok tartışılan konu durumunda. Ancak özellikle Türkiye’de hala kamusal kavramının inşaatı bitmiş durumda değil. Bunun sebebi elbetteki gündemdeki güvenlik sorunları. Konut almak isteyen insanları çoğu artık güvenli denilen ve dışarıdan sınırlı ziyaretçinin kabul edildiği, daha önce de bahsettiğimiz gibi özel kamusal alanların olduğu toplu konut projelerine talep ediyorlar. Bunun bir sonucu olarak yatırımcılar konut yapılarının kamuya açık alanları olmasına sıcak bakmayacak durumda, tabi ki kar getirecek alışveriş merkezlerini toplu konut projesinin bir kenarına iliştirmek bu konuya dahil değil. Konuttaki iç mekan ilişkilerine bakacak olursak eğer; bu konuda Türkiye’deki son dönem sivil mimarlık örneklerinde birkaç tipolojinin tekrarlanıp durduğunu görüyoruz. Tasarımda büyük rol oynayan bu kavram çifti hakkındaki tartışmalar ve değişim süreci dönemin politik yapısından, popüler kültürüne kadar farklı kriterlerle şekil alacakmış gibi görünüyor.

Hiç yorum yok: