29 Aralık 2011 Perşembe

Christmas Carol

Christmas Card to Friends from Stephen Fitzgerald on Vimeo.


Şimdi biraz daha sıcak bakıyorum yeni yıla...

28 Aralık 2011 Çarşamba

Not a story, brutal truth this one

"what if I will be the girl who is telling stories all the time, but never has a real one?"

27 Aralık 2011 Salı

15 Aralık 2011 Perşembe

Değişti, elimde değil

Çok saçma bir gün yaşıyorum. Akşamdan kalmayım, başım çatlıyor. Kız arkadaşım Deniz telefonla aramasaydı muhtemelen akşama kadar uyurdum. Telefonla uyandırıldığımda nerede uyuyor olduğumu algılamam bile birkaç dakikamı aldı. Deniz de sesimden halimi fark etmiş olacak ki, bir süredir sesinden eksik etmediği öfke ve nefret tınısını arttırdı. Bu durum yaklaşık iki haftadır sürüyor. Tam dört aydır çıkıyoruz. Onunla ilk tanıştığım dönemi hatırlıyorum, tamam demiştim, hayatımda olması gereken insanı buldum. Ama son iki haftadır sanırım Deniz böyle düşünmüyor artık. İstemeden bir şey mi yaptım, onu incittim mi diye çok düşündüm başlarda, ama bir sonuca ulaşamadım. Bir şeyler değişti, bitti onun gözünde… Belki de başkalarıyla birlikte olmak istiyor artık, bilemiyorum. Ve sanırım beni bu Pazar günü Cihangir’de sürekli gittiğimiz kafeye benden ayrılmak için çağırdı.

Gözlerim yanıyor, soğuk rüzgar gözlerimi yaşarttı yine. Deniz’in beni böyle görmesini istemiyorum, ağladığımı zannetmesin. Bir paket sigara almaya bakkala giriyorum, Tanrım içerisi iğrenç kokuyor. Dün akşamki votkalardan zaten yerinde duramayan midem daha da bir hareketleniyor kokuyla, kendimi zor dışarı atıyorum. Soğuk havayı kutsayarak ciğerlerime çekiyorum bu sefer. Sigaramı yakıp çok da oyalanmadan kafenin yoluna koyuluyorum, geç kalmak istemiyorum. Bekletilince daha da kızgın oluyor Deniz, çekilmiyor doğrusu.

Yaklaşık on dakika erken vardım kafeye. Zaten içeride oturmak istemediğimden bahçe kapısına yöneldim. Herkesin ortasında, kapalı bir mekanda bu konuşmayı yapmak istemiyorum. İçeri girdiğimde bahçede oturup kitap okuyan Esra’yı fark ettim, aslında bir tanıdık görmek istemiyordum ama yine de selam verdim. Bu kız hep hüzünlü bakıyor sanki, yüzü hep soru sorar gibi. Panik kaplıyor aklımı, aceleyle masaya geçip beklemeye koyuluyorum. Bu sefer de o geç kalıyor ama bir şey söylemeyeceğim bu konuda. Yüzünde garip bir gülümseme var, sanki ortada çok komik bir şey varmış da kahkahasını bastırmaya çalışıyormuş gibi görünüyor gözüme. Sinirleniyorum içten içe. Heyecanla halimi hatırımı sormaya koyuluyor, alelacele cevaplar veriyor, iyiden iyiye sinir ediyor beni. Ve sonra yüzüne bana çok sahte gelen bir hüzün ifadesi yerleştiriyor ve basmakalıp ayrılık cümlelerini sıralamaya başlıyor. Hiç birini duymuyorum, kafeden kalkınca Fatih’i arayayım, her zaman gittiğimiz kahvaltıcıya gidelim diyorum kendi kendime. Derken karşımdaki soru soran gözleri fark ediyorum, “tamam” diyorum, “nasıl istiyorsan öyle olsun”. Kahroldum zannediyor bu sefer de, bu ayrılığın bana nasıl iyi geleceği ile ilgili saçmalamaya başlıyor. İçimden küfretmeye başlıyorum. Neyse ki bu eziyet bir saat sonunda bitiyor. Masadan kalkarken iyi günler diliyorum o ise kalkıp bana sarılıyor. Kendime iyi bakmamı tembihliyor.

Tokat yemiş gibiyim. Dört ay önceki Deniz’i düşündüğümde bu olanlar hiç mantıklı gelmiyor, kafam karmakarışık. Kafeden çıkarken Esra’nın oturduğu masaya bakıyorum, kalkmış. Bir yandan da onu da kahvaltıya çağırabilirdim diyorum içimden.

Hayatımın son 5 ayında tüm ilişkilerim, arkadaşlarım, ailem, mesleki halim ve duruşum ve tüm bunlarla ilgili kavramlar hakkındaki görüşümün yanlış olduğu ortaya çıktı. Hepsini değiştirmek çok acı veriyor şimdi. Ameliyat gibi.

11 Aralık 2011 Pazar

Bahçe

Cihangir'de sevdiğim bir kafedeydim. Sigara içmememe ve soğuğa rağmen bahçede oturup kitap okuyordum. Güneşin ara ara bulutların ardından çıkıp içinizi ısıttığı günlerdendi, kafenin bahçesindeki minicik havuza yansıyordu ışığı. Şehrin ortasında kalmış, ancak griye direnen küçücük bir yeşildi bu bahçe. Soğuk hava ve iş tempom elverdiğince oraya kaçar kafe sahiplerinin kendilerinin yaptığı güzel bazlama sandviçlerden yer, bitki çaylarından içerdim.

Kitabıma biraz ara vermiştim ki Emre girdi kafenin bahçe kapısından. O anki duygu yoğunluğum, panik dalgam o kadar yoğundu ki patlayıvereceğim sandım. Onun için haftalarca uğraşmıştım, sırf beni fark etsin diye, onunla “tesadüfen” karşılaşmak için neler yapmamıştım ki? Ama o tutup en beklemediğim anda karşıma çıktı işte.

Güzel köşeli hafif esmer yüzü, gözlerinin önüne düşen dalgalı kestane saçları ve sıcacık bakan parlak gözleri vardı. Aramızda bir şeyler geçmesi için, bana ilgi göstermesi için neler vermezdim… Emre’yle tanıştığımdan beri hayal gücüm durmuyordu, hayallerimde ilk önce o beni fark ediyor ve bir yerlere bir şeyler içmeye davet ediyordu. İçkiler içilirken sohbet çok keyifliydi, geceyi noktalamayı ikimiz de istemiyorduk. Beni evine davet ediyordu, salondaki kanepesinde şarap içmeye ve konuşmaya devam ediyorduk. Derken sevişecektik, çok uyumlu olacaktık, elbette mükemmel olacaktı. Sabah kalkıp toparlanıp gitme ihtiyacı duymayacaktım bu sefer, uyanmamız mutlu olacaktı camdan güneş dolacaktı odaya. Biz o akşamdan kalma halimizle tekrar sevişecektik. Ardından biraz utanarak “kahvaltı etmeye gidelim mi bir yerlere?” diye soracaktı. Hiç birimiz soğuk tarafı oynamaya çalışmayacaktık.

Gözümün önünden geçen hayaller aralandığında bana doğru gülümsediğini ve selam verdiğini gördüm. Karşılık verdim, ayağa kalkmaya hazırlanıyordum ki, dönüp başka bir masaya oturdu. Tüm hayallerimin benden çekilip alındığını hissettim o an, gözlerim doldu. Sonraki yarım saati kitap okuyormuş gibi yaparak geçirdim, toparlandım ve çıkarken oturduğu masa tarafına baktım, görmedi beni.

Şimdiyse platonik bir durumu bu kadar büyüttüğümden için için kendime kızarak gözlerimden yaşlar süzülerek evime doğru yürüyorum.

5 Aralık 2011 Pazartesi

alkol-ik

Hani sert bir içki içersiniz boğazınızı yakar, midenizi kavurur ya, aslında beyninizi temizler o tüm kanalları açar. Öyle bir temizlik ki 1 lokmasıyla yakar geçer, sistemi yeniden başlatır, temiz olarak. İşte öyle bir alkole muhtacım şuan. Eminim içtikten sonra yüzümde salak bir sırıtış olacaktır.

28 Kasım 2011 Pazartesi

Bazı insanlarla ayıp kavramamız çok farklı, bu kesin.

27 Kasım 2011 Pazar

16 Kasım 2011 Çarşamba

Kalbim ağrıdı.

12 Kasım 2011 Cumartesi

Jessica


Jessica Rabbit. by =sakimichan on deviantART


En sevdiğim filmlerden, en sevdiğim karakterlerden biridir. Unutanlar için: link

10 Kasım 2011 Perşembe

Ayna ile

Ağlarken aynaya dokundum, diğer tarafa geçemezdim artık biliyordum. Ama diğer taraf oradaydı, sırf onu hissetmek için dokundum, o oradaydı. Nekadar da yakındım halbuki...

9 Kasım 2011 Çarşamba


my immortal by *berkozturk on deviantART



"Karşıma geçip nasıl da büyü diye birşey yok dersin çocuk! Hiç mi yaşlı bir ağaç görmedin?"

ya da gerçekten...


Ağustos 2009'da masaldan bölüm yazmıştım, şimdi uygun bir imaj buldum gibi.

4 Kasım 2011 Cuma

Ops.

Biri dediki:

"benim kendime uyguladığım bişey var
herhangi bişey canımı sıktığında
hayatımı onsuz hayal ederim,
dünyayı durdurmaya çalışıcak bi güçtede konsantre olurum.
'hani tüm yollar ona çıkar ya' yıkarım o yolları bildiğin.
evet, belki istediğini bu şekilde 'garantili' edemezsin ama, kendine kavuşursun. Daha iyilerine hazırsındır."

3 Kasım 2011 Perşembe

O hikayedeki sen olabilirdin, hala da olabilirsin aslında.

1 Kasım 2011 Salı

Ben

Evimin bahçesindeyim. Geçen sene yaptırdığım ahşap döşemedeki şezlonglarımda, saçak altında dışarıdaki yağmurun keyfini çıkarıyorum. Evde tekken üzerimden çıkarmadığım hırkamı giymiş, şezlonga oturmuş şarabımı içiyorum. Hava en sevdiğim hava, usul usul ama sık yağan bir yağmur, serince bir hava, kesinlikle üşümüyorum, aksine hissettiğim soğuk beni çok mutlu ediyor. Yıllardır bu anı beklediğimin farkındayım ve işte bunun tadını çıkartıyorum. Gençliğimi çocukkenki bilgeliğimden çok uzak bir şekilde geçirdim. Hep birine veya birilerine bağlı olmanın gerekliliğine inandım. Sırf bu bağlılık sürsün diye kendimi yıprattım, yedim bitirdim ya da beni tüketmelerine izin verdim. Okuduğunuz bu yazıdaki öznenin her zaman “ben” olacağını unutmayınız, bu tamamen “kendim” ile ilgili. Kendinize pay çıkarmanızsa tamamen size kalmış.

Hatırlıyorum da ortaokul dönemindeki gelecek planlarım arkadaşlarımı dehşete düşürürdü. Genel olarak kendim için büyük bir ev, ev arkadaşı olarak kedi ve fonda yağmur dilerdim. Hayatımın kesinlikle yalnız geçmesi gerektiğine inanıyordum, evlilik ya da düzenli ilişki dilekleri kesinlikle benimle bağdaşmıyordu o yıllarda. Beni anlamayan ya da poz kestiğimi düşünen çok arkadaşım vardı, yalnızca bir arkadaşım beni böyle kabullenmişti ki hala en yakın olduğum kişidir. Anlattıklarım şimdiden size çok acınası bir durumun çerçevesini çizdi muhtemelen, ama bu böyle bir hikaye işte. Acınası gibi görünen ancak kendinden çok memnun olan bir hikaye...


Kendimle ilgili birşeyler yazmaya başlamıştım, bu sadece başlangıcı.

30 Ekim 2011 Pazar

blogumun başlığını çok seviyorum.

29 Ekim 2011 Cumartesi


Jonathan Strange and Mr. Norrell ilk sayfasından.

26 Ekim 2011 Çarşamba

Hayaller aslında gerçek mi?

Trenle geldik buraya, deniz kenarına. Küçük bir oteldeyiz zaten bizden başka misafiri de yok bu kör sezonda. Sonbaharda deniz kenarlarını sevmemin sebebi dalga sesleridir, gri havalarda sahilde bulduğun hafif yaş banklara oturduğunda kulağına dolan dalga sesleri. Tek istediğim bu geziydi, bu iki gün uzun zamandır hayal ettiğimdi.

Onunla geldim buraya. Garip biri. Onunla konuşmak kadar konuşmamak da hoşuma gidiyor. Manzaraya dalıp sadece çevreyi dinleyerek konuşmamak. Ya da ben yazarken o birşeyler okuyor ve bazen birimiz kalkınca kendine hazırladığı kahveden diğerine de yapıyor ya, işte o anları çok seviyorum. Onun göğsünde uyumak da hoşuma gidiyor, ilk seferinde de sevmiştim.

Balkondayım, güneş batıyor. Birazdan yemek için çıkarız odadan, o şimdilik içerde uyuyor. Ben üşüdüm üzerime battaniyeyi aldım, sandalyede sindim oturuyorum. Kısa boylu olmanın avantajını kullanıyorum. Masada minik laptopum var, bu satırları orada yazıyorum. Yazmasam konuşmaya çalışsam, biliyorum dalga sesleri bastırır sesimi. Batan güneşe bakıp mutlu bir nefes alıyorum. Bu günün bitecek olması üzüyor, birdaha bu hissi nezaman yakalayacağımı düşünüyorum. Biliyorum o olmayacak geleceğimde, bunu düşününce kalbim kırılıyor biraz. Bu günü, bu hissi bir daha yakalayamayacağımı biliyorum.

Ya da asla yakalayamayacağımı ve bütün bunların yalnızca kısacık bir hikaye oluşunu.

24 Ekim 2011 Pazartesi

13 Ekim 2011 Perşembe

5 Ekim 2011 Çarşamba

Bugün saçlarım fönlü, daha az çirkinim sanki. Ama özgüvenim de daha düşük, onun yüzünden.

2 Ekim 2011 Pazar

alev

Ateşin yanında yatmıştım, büyünün etkilemesini bekliyordum. Bu sefer geçen seferkinden zor olacaktı biliyorum, ateşten gelenler beni daha zor kabul edeceklerdi. Ne varki bu sefer daha fazla muhtaçtım onların güçlerine. Derken ateşin üzerindeki kıvılcımları gördüm, git gide fazlalaşmaya başladılar. Yüzüme dokunuyorlardı, belli belirsiz yanıklar açıyorlardı tenimde. Biliyorum gözümü kırpmamam gerekiyordu, kıvılcımların parlaklığı arttıkça açtıkları yanıklar daha da fazla yakmaya başladıi gözlerimden yaşlar akıyordu, ama inatçıydım gözümü kırpmayacaktım. Derken gözlerimin hemen üzerinde kıvılcımlar toplanmaya başladı, biliyordum ki büyük bir alev topu olana kadar toplanacaklardı. Alev topu ya beni yakacak ve yüzümde hayatım boyunca bu anı hatırlatacak bir iz bırakacaktı ya da vücut ısımla bir olacaktı, içimde alev topunu hissedecektim...
böyleydi; çünkü böyleydi.

20 Eylül 2011 Salı

demons

"If catharsis didn't come from your art, those demons would run amok. When someone has such a profound effect then I don't think there is an expiry date on that level - it's pretty timeless, in that it's shaped an irreversible outcome that is very much a part of you now. I feel like maybe there are some things we just don't "get over" in the conventional sense. The daily 'need' diminishes with time, but we can't erase the part that's become us."

Birine bir arkadaşı söylemiş, denk geldi.

10 Eylül 2011 Cumartesi

Aynı an-da

Okadar çok şey oluyorki, hem kötü hem iyi, ne sevinmeye halim var ne üzülmeye. O yüzden her an bir tepkisiz, her an bir şaşkın haldeyim. Gerginlik yayıyorum çevreme, duygu yoğunluğundan olduğunu anlatamıyorum ama insanlara, yanlış anlaşılıyorum o yüzden.

Üniversiteye kayıt olduğum ve anneannemi kaybettiğim o güne geri dönmüş gibiyim. O güne gerçekten geri dönmeyi de asla istemezdim. 4 duvar arasında biraz yalnız oturmaya ihtiyacım var ama, bu gündemle olmayacak sanırım.

18 Ağustos 2011 Perşembe

just a bad hair day

Bir arkadaşım dedi ki, her bulutun arkasında güneş varmış. Moralim bozuk da biraz, bu laf hoşuma gitti ama :)

15 Ağustos 2011 Pazartesi

Rüya- lar tanıdıklar

Hayatımda ilk defa rüyalarımda gerçekten tanıdığım insanları gördüğüm bir dönemdeyim. Kendimi bildim bileli rüyalarımda hep tanımadığım insanlar olmuştu, tanımadığım insanları aslında tanıyormuşçasına geçiyordu rüyalar, hatta ben bile gerçek anlamda ben değildim rüyalarımda. Erkek olduğum, kedi olduğum, gerçek hayattaki gibi asla yüzümü göremediğim rüyalarım da olmuştu.

Ama hiç tanıdığım insanlar girmemişti rüyalarıma.

2 gündür hep arkadaşlarımı görüyorum, evren bana bir mesaj filan mı gönderiyor da ben salağım anlamıyorum, bilmiyorum. Bu durum biraz da korkutmaya başladı beni.

28 Temmuz 2011 Perşembe

:)

Mutlu köpekler yerde yuvarlanırlar ya, sırtlarını da kaşıdıklarından daha da mutlu olurlar hani böyle salak bir sırıtış suratlarında...

hah öyle yuvarlanasım var.

22 Temmuz 2011 Cuma

alhambra

çok güzel, çok hoşuma gitti. kaynak

14 Temmuz 2011 Perşembe

izlediğim diziler (veya bitirdiklerim işte):

+lar izlediklerim -ler bir şekilde sıkılıp bıraktıklarım.

+ sex and the city
+ greek
+ doctor who
+ star wars clone wars
- vampire diaries
+ true blood
+ californication
+ house m.d.
+ greys anatomy
+ mad men
+ lost girl
+ dead like me
+ veronica mars
+ the good wife
+ chuck
- pretty little liars
+ buffy the vampire slayer
- 90210
- sevret life of an american teenager
+ avatar the last air bender
+ dexter
- heroes
- lost
+ hung
- bleach ( hangi bölümde kaldığımı unutmasaydım belki devam ederdim)
- nip tuck
+ the lost room
+ the walking dead
- carnivale
+ coupling (uk)
- glee


off

7 Temmuz 2011 Perşembe

falım

Falci.com da tarot falıma baktım, aslında baya sık bakarım bu siteden tarot, bu seferki okadar doğru ki unutmamak için buraya kaydediyorum. Okumanıza gerek yok.

1- KUPA KRALİÇESİ(Ters)

Duygusal zayıflıklar içinde, kızgın ve incinmiş bir durumdasınız. Yaşadığınız duygusal çöküntü nedeniyle şaşkınlık ve kararsızlık içindesiniz. Sık sık gördüğünüz rüyalar sizi çok etkiliyor. Gündüzleri ise olabilecek en kötü ihtimalleri düşünerek olumsuz hayaller kuruyorsunuz. Bu nedenle yanlış ve gerçeğe uymayan sonuçlara varabilirsiniz. Gerçekler sizden uzak veya siz gerçeklerden uzak durmaya çalışıyorsunuz. Duygusal problemleriniz sizi büyük bir dalganın üzerindeymişsiniz gibi yukarı ve aşağı çekiyor, şaşkınlık ve düzensizlik içinde bir batıp bir çıkıyorsunuz. Artık kalbinizden değil, aklınızdan fikir almalı, ona göre yol çizmelisiniz. Objektif olmayı öğrenmelisiniz.

2- KILIÇ DÖRTLÜSÜ(Ters)

Gerçekleşmesini istediğiniz bir hayaliniz var ve bunun için özellikle kendinizle başbaşa kaldığınızda dua ediyorsunuz. Fakat siz ne kadar çok istesenizde bu hayaliniz gerçekleşmeyecek. Çünkü olmayacak şeye ümit bağladınız ve bunun gerçekleşmemesi sizi çok üzüyor. Eğer dikkatli olmazsanız sinirleriniz yıpranabilir ve depresyona girebilirsiniz.

3- TILSIM SEKİZLİSİ

Hedeflediğiniz yol çok uzun, bunun bilincinde olarak ve istikrarla bu yola devam etmelisiniz. Kendinizi bu yolda yeniden keşfedecek ve gücünüzün farkına varacaksınız. Daha önce atıldığınız rizikolardan ders alıp daha tutarlı bir yol hedeflemelisiniz. Kendiniz için parasal olarak verimli bir geleceğin başlangıcındasınız. Bu durumu iyi değerlendirmelisiniz

4- ASA PRENSİ

Size heyecan veren bir olayla karşılaşabilirsiniz. Güç gerektiren sportif faaliyetler ve zevk veren tecrübeler yaşayacaksınız. Hükmeden ve tahrik edici bir dönemdesiniz. Herkesin içinde farkedilmeyi ve liderliğinizi ispatlayacaksınız. Rekabet, hırs ve cesaret bu kartı simgeleyen kelimelerdir. Enerjinizin giderek arttığı bu dönemi oldukça çekici hale getirebilirsiniz.

5- KILIÇ ŞOVALYESİ(Ters)

Keskin zekanız sizin iğneliyici, şüpheci, alaycı, suçlayıcı ve eleştirici bir kişi olmanıza neden oluyor. Hiç bir şeye inanmıyorsunuz. Sadece zekanıza inanıyorsunuz ve her şeyi sorguluyorsunuz. Bu tutumunuzla karşınızdaki kişileri rahatsız ediyorsunuz. İlişkileriniz olumsuz yönde ilerliyor. İnsanların sizden uzaklaşmasına neden oluyorsunuz. Bu durumun farkına varmalı ve düzelme yoluna gitmelisiniz.

6- TILSIM ÜÇLÜSÜ(Ters)

Dileğinize tam anlamıyla konsantre olamamanız sonucunda hayal kırıklığına uğrayacaksınız. Kibiriniz ve yanlış hükümleriniz sonucunda başkalarının tecrübe ve tavsiyelerinden faydalanamıyorsunuz. Onların size yardım etmek istemelerine müsaade etmeli, görüşlerini almalı ve bunlardan faydalanmalısınız.

7- JOKER

Bu kart içinizdeki mükemmelliğe sahip olmayı amaçlayan bir karttır. Gamsız ve uçarı bir hayatı hedefliyorsunuz. Zahmetli bir arayışın sonucunda bilgeliğin sırlarını size anlatacaktır. Aslında içinizdeki ses büyümeyi reddediyor. Çünkü içinizde sürekli büyürken düşme korkusunu yaşıyorsunuz. Yanlız bu tehlike düşünüldüğü kadar zor değil. Yaşamın gücünü omuzlamalısınız.

Biz ailecek bencil insanlarız. Genetik, ne yapalım.

tru lav

24 Haziran 2011 Cuma

herkes okuyacağı için buraya birşey yazamıyorum artık, sadece benim okuyacağım birşeyler lazım bana. güven lazım.

10 Haziran 2011 Cuma

8'inde o alttaki yazıyı yedirdiler bana biraz.

gerçi lafım geneldi ama yine de teşekkür ederim.

7 Haziran 2011 Salı

Yarın benim...

Bizim ailede doğum günleri resmen kutsaldır. Kimin doğum günüyse o gün, o ne isterse yapılır elden geldiğince. Mutlaka pasta kesilir mesela, ufakta olsa bir hediye alınır. Benim doğum günlerimde mesela, çocukken ben, tüm arkadaşlarım eve çağırılırdı. Şimdi düşünüyorum da annem için ne zor bir işmiş aslında, onca pasta börek, onlarca çocuk evde, onların sorumluluğu filan... Annemin doğum günlerinde de ama aile bir arada olurdu mutlaka, yine arkadaşlar çağırılırdı çoğunlukla. Babamınki zaten sevgililer gününe denk geliyor :) Ben böyle bir ailede büyüdüm işte. En ufak bahane ile birbirine kenetlenen, en ufak bahane ile o günü "güzel" bir gün haline getiren bir aileyle.
Tamam her seferinde de cennet gibi yaşamadık doğum günlerini, unuttuğumuz bile oldu. Ama zannediyorum ki bu güzel doğumgünü partisi havasından ben üniversiteyi kazandığım gibi çıktım, resmen "out" oldum. Evet, bizimkiler o konuda resmen bir Avrupa ailesi gibi davrandılar, ben üniversiteye gittiğim anda artık doğum günlerim benim sorumluluğumdu. Şimdiye kadar kimse de benim için, annemle babamın yaptığı gibi bir fedakarlıkla o doğum günlerini kutlamadı. Aslında sorun değil, yani ben başkaları için yaptım mı ki? Tamam 1-2 defa elimden geldiğince uğraştım ama bu kimseyi sorumlu ya da borçlu hale getirmez.
Biliyorum aslında sorun bende, yani sadece doğum günleri için değil genel olarak sorun bende. Sıcaklık, samimiyet sorunlarım var benim, biliyorum, sebeplerini de tahmin ediyorum. Ama yinede güceniyorum galiba, bunun başka açıklaması olamaz, gözlerimin dolmuş olmasının yani...

29 Mayıs 2011 Pazar

iç- ki

Evde tek başına içiyorsan, içmiş sayılırsın.

ama portakal votkanın kolonya gibi koktuğunu daha önce farketmemiştim.

28 Mayıs 2011 Cumartesi

8 Mayıs 2011 Pazar

Fantastic Mr. Fox, and adorable



Fantastik Mr. Fox'un konsept çalışmaları: http://conceptartworld.com/?p=2914

Filmi izlemenizi şiddetle tavsiye ederim.

26 Nisan 2011 Salı

acheing

If I touch a burning candle I can feel no pain
If you cut me with a knife it's still the same
And I know her heart is beating
And I know that I am dead
Yet the pain here that I feel
Try and tell me it's not real
For it seems that I still have a tear to shed
---
If I touch a burning candle I can feel no pain
In the ice or in the wun it's all the same
Yet I feel my heart is acheing
Though it doesn't beat it's breaking
And the pain here that I feel
Try and tell me it's not real
I know that I am dead
Yet it seems that I still have some tears to shed

corpse bride - tears to shed

9 Nisan 2011 Cumartesi

Bize verilen hayat bukadar değil mi?

İnsanız. Gerçi bitki ya da hayvan ya da herhangi bir element de olabilirdik. Ama şimdi bundan bahsetmeyeceğim. Bir ihtimal eseri insan doğmuşuz.
Ne yapıyoruz? Doğduk, büyüdük, denileni yaptık, dinledik, okula gittik, ezberledik, okumaya devam ettik, işe girdik, para kazanmayı öğrenmeye çalıştık ve devam ediyoruz.
Tek derdimiz para, dedikodu ile karnımızı doyuran insanlarız. Evet kimimiz daha iyi, yardımsever, kimimiz şeytan ruhlu denilenden ama aslında konu bu değil.

Fiziksel bir dünyaya hapsedilmişiz. Herşeyin açıklanabilir olduğu bir dünyadayız. Tamam din diye bir inanç var ama, kaçımız birşeyler "gördü" ki?

Bahsim evden çıktığımızda sokak kedisiyle konuşabilmek, ormana çadırla gittiğimizde ağaç perilerinden korkmak, büyü yapan insanlarla tanışmak... Belki korkacak çok daha fazla şeyimiz olurdu kabul ediyorum bu açıdan bakarsanız okadar da güzel değil ama; yahu çok da güzel olmaz mıydı?

Küçükken uyumadan önce hep cadı olmayı dilerdim. Şimdi bir cadı görmeye bile razıyım. Hayatım değişsin bu gerçeklikten kopsun istiyorum. Birşeyleri görüp, açıklayamamak istiyorum.
Büyü diye birşeyin varolmasını istiyorum. Ya da varsa da biri gelsin ve göstersin istiyorum artık.

Bunlar olmayacaksa vampirlere, kurt adamlara, uzaylılara, süper kahramanlara da razıyım. Olsun yeterki birşeyler.

6 Nisan 2011 Çarşamba

Kötü şans, büyük umutlar

Umarım dedikleri doğru çıkar, çünkü üzerimdeki kötü şansı biran önce atmam lazım. kurşun mu döktürsem ne yapsam anlamadım ki? kimin burnuna duş başlığı düşer de burnu şişer ki allaşkına??? doktora gideceğim bakalım ne diyecek, umarım ciddi bir şey yoktur. Offff diyorum.

23 Mart 2011 Çarşamba

Film

Asıl kahramanla onun samimi kız arkadaşının aslında aşık olup birbirlerine açılamadıkları filmler vardır ya, hani sonradan açılırlar birbirlerine mutlu olurlar filan. Çok güzel değil mi ya?

Sen

O sana belirli bir konu hakkında söylenenler var ya, yalan onlar aslında. Sana öğretilenler de öyle, tümden palavra. Hani geçen arkadaşlarınla takılmıştın, bir güven duygusu oluşmuştu ya içinde, yok öyle birşey uyduruyorsun güzelim! Annenle babanın sana şimdiye kadar öğrettiği, tembihlediği herşey uydurma, tüm söyledikleri tutarsız bir kere. Seni sevdiğini söyleyen o insanlar, hah seni kandırıyorlar.
Hayır aslında sen kendini kandırıyorsun canım.

10 Mart 2011 Perşembe

biri bana cevap verse ya...

blog kapatmak neye çözüm?

25 Şubat 2011 Cuma

canım yanıyor.

15 Şubat 2011 Salı

14 Şubat 2011 Pazartesi

Then she fell...


A philosopher once asked, "Are we human because we gaze at the stars, or do we gaze at them because we are human?" Pointless, really... "Do the stars gaze back?" Now *that's* a question.

12 Şubat 2011 Cumartesi

Kör bir fotoğrafçı, pek çok şey için umut.

| Artists Wanted | In Focus : Pete Eckert from Artists Wanted on Vimeo.

Pete Eckert is a totally blind person. But through his photography, he proves that he IS a visual person, he just can't see.

Pete was the Grand Prize recipient of Artists Wanted: Exposure 2008, an international photography competition, and was awarded $2,008 with a formal reception at Leo Kesting Gallery in New York City on Thursday August 7, 2008.

Artists Wanted is proud to present this truly inspiring portrait of the artist.

For more information: ArtistsWanted.org

11 Şubat 2011 Cuma

Eskiden

Lise sonda bizim Mersin'de oturduğumuz dublex evde lise grubu olarak toplanmıştık. Sanırım on kişi civarındaydık. Onur'un doğum günüydü. Pasta vardı, ben yapmıştım mozaik pasta. Bir de absolut votka almışlardı. Nedense sek içmeye çalışıyorduk, gençlik işte. Birşey için mutfağa gittim ben, salondan içeriye, merdivenlerin yanındaydı mutfak. Elimde de büyük bir su bardağı var, içi boş dibinden tutmuş sallıyorum kolumla beraber. Mutfağa girerken kapının kasasına vurdum bardağı. O koca bardak paramparça oldu, minicik parçalar olarak mutfağa dağıldı.

İşte bugün ben o bardağım.

"What appears to be the end is really a new beginning."







bugün daha anlamlı bir söz daha çıkamazdı önüme...

2 Şubat 2011 Çarşamba

Ramona


ya mutlu olacağız, ya da ne bileyim işte?!

23 Ocak 2011 Pazar

110123 - 1. rüya

Bir yamacın tepesindeyim, çok uzun bol tüylü bir kediyim. Arkamda bir adam var, jumanjideki avcıyı andırıyor biraz ama daha genç, beni kovalıyor. Erkek kardeşine bir şey yapmışım, şu an hatırlamıyorum. Onun için kovalıyor beni. Adamın üzerinde taba rengi bir ceket var bol cepli ve esmer 30larında bir erkek, tanımıyorum. Ben de zaten bir kediyim. Ben de kahverengi, siyah karışık bir kediyim. Yamaçtan bakınca önümde kurak topraklar var, çok uzun bir yol değil, ardında da kocaman bir şato var. Terk edilmiş. (daha dün luxemburgta terk edilmiş bir konağın fotolarına bakmıştım çok güzeldi). Her şey kahverengi tonlarda. Kurak toprakları koşarak aşıp şatoya giriyorum. Adam da çok cool uzun adımlarla hızlı hızlı yürüyor arkamdan. Adamdan korkuyorum ama çok hissetmiyorum korkuyu, sadece çekiniyor gibiyim.

Şatonun içinden hiçbir oda hatırlamıyorum. Yalnızca uzun koridorlar ve arka hizmet merdivenleri. Her şey çok barok ama içerde.

Sonrasını yine hatırlamıyorum.

Ardından yine şatonun önündeki kurak alandayım. Şatoya bakıyorum. Beni kovalayan adam yok ama arkamda. Yine de şatoya doğru kaçıyorum. Yine kediyim. Şatoda en üst sol taraf pencerelerinin birinde çok yaşlı bir kadın görüyorum. Kadından çok korkuyorum. Hayalet gibi bir şey zannediyorum. Ben de nasılsa en üst sağ taraf pencerelerinin birinden giriyorum şatoya, herhangi bir zıplama ya da tırmanış yapmadan. Girdiğimde bir kız çocuğuyum 12 yaşlarında uzun siyah saçlı. Kendi küçüklüğüme benziyorum ama çok da emin değilim şu an. Yine merdivenlere yöneliyorum. Amacım aşağı kata ulaşmak, kadın beni yakalayamaz sonuçta diyorum çok yaşlıydı ben ondan hızlıyım.

Ama kadın merdivenlerin ortasında yakalıyor beni. Korkuyorum. Meğer o da adamdan kaçıyormuş küçük bir kızkenden beri. Şatoda saklanmış bunca sene.

Ve bana sonra biraz kızarak şöyle diyor. “yüz üstü yat!”

Sonra uyanıyorum. Biraz dönüp yüz üstü yatıyorum ve yine uyuyorum.