30 Aralık 2007 Pazar

Hoppa!





Malumunuz, dersler bitti finaller öncesindeki 1 haftalık tatile girdik. Yılbaşı şenlikleri de ilaç gibi geldi, planlarda boğulduk. Aklımıza gelen biranlık teslim, rapor, sunum gibi düşünceleri hemen uzaklaştırıp, " yarın naapsak abi?" sorularıyla kamufle ediyoruz. Birkaç gün için hayat güzel ancak sürekli olursa, battık!

Kafamızda sürekli uzaklaştırmak zorunda kaldığımız bir sorumuz daha var dönemce. O da "Mezun mu oluyoruz ne?" sorusu. Okulu uzatmış olanlar çoğunlukta ancak 7. dönem öğrencisi olmak bu sorunsalın içinde olmak adına yeterli. Ağırlığını her şartta hissettiriyor.

Birde okulu uzatsam mı uzatmasam mı sorunsalı var ki o da evlere şenlik. Kendimi örnek verecek olursam mal gibi aldım o süper 3'lüyü (uygulama, resto., proje) ama yine de uzatacağım sanırım. Deli misin divane misin derseniz sanırım öyleyim 1 dönem daha okuyayım diyorum, şartlar o yönde zorluyor, yada ben kolaya kaçtığım için öyle zannediyorum.

Konu yine fazlaca dağıldı, nereye bağlayacağımı unuttum.

Yılbaşında da kar yağsa dimi ne güzel olur...

23 Aralık 2007 Pazar

Abartma Eylemi


Hiç gitmediği bir müze hakkında 1000 kelimelik bir rapor yazmaya çalışan ben, artık bu abartma eyleminin sınırlarını zorlamış bulunmaktayım. Ancak söz konusu abartmanın adı: "sabun".

Gerek bir yarışma projesini olsun, gerek bir maket gerekse bir rapor, sadık dostunuz sabun herzaman yanınızda. Ancak slogan olarak verdiğim şu sadık kelimesi konusunda birkaç saniye düşünmek gerek, aman diyeyim daha fazla değil! Nedeni de sabun artık köpürtecek orana geldiğinde, vicdanınızdan yükselen "abarttın sanki" nidalarını duyduğunuzda geri dönüşü olmayan bir yolda olduğunuzu da fark edersiniz. Lakin yazılan,çizilen bir şeylerde yapılan hataları düzeltmek çoğu zaman yeniden yapmaktan daha zordur. İşte bu yüzdendirki abartmamak lazım.

Abartı konusu bu mangal posterini görünce aklıma geldi. Daha nasıl bir organizasyon olduğunu öğrenmiş değilim, ancak orman gibi bir kampüse sahip olmayan Taşkışla'da mangal olayı bana bile biraz aşırı geldi. Nedeni ise aklıma gelen bir hurafe. Hikaye şöledir: biz 1. sınıftayken okulda sabahlamak filan serbestti ancak 2. sınıfa geldiğimizde acı bir şekilde artık okulda gece 10dan sonra duramayacağımızı öğrendik. İşin hurafe kısmı bunun sebebidir, son sınıflardan bir kaç tip okulun sahip olduğu boğaz manzarasından esinlenmiş olacakki 3400'ün terasında mangal yakmaya kalkmış. Dekanda duyunca küplere binip sabahlama olayını yasaklatmış.

Okul kokmaz mı , başka yer mi kalmadı gibi sorular zihnimde yığınla dururken biryandan da eğlenceli görünmüyor değil hani. Her an beni mangal başında ateş yellerken görebilirsiniz.

Ben hızlı bir şekilde şu 1000 kelimelik rapora dönsem çok iyi olacak. İngilizcemden fazlaca utanmassam buraya da eklerim. Konumun ne olduğunu söylemedim ben de farkındayım. Konu Santralisntanbul

Evet gitmedim hala ne var Allah Allah ?!

17 Aralık 2007 Pazartesi

Son Hafta Okuldaymışız?



Bir 7. yarıyıl öğrencisi olarak uygulama projesi, restorasyon projesi ve bir de bildiğimiz mimari proje dersini alıyorum. Üçü bir arada bir dönem bu. Utanmadan bir de haftasonları ofise gitmeyi kabul ettim. Atom karınca filan olduğum da yok sürekli uyuyakalıyorum. Sanırım seçmeli derslerin hepsinden kalacağım.

Teslim tarihlerini merakla bekliyorum bakalım nasıl bir stress olacak. Sabun yapmaktan gıcır gıcır olan restorasyon beni en fazla korkutanı, çünkü cidden sevmiyorum ya... Bence temel restorasyon dersini aldıktan, orda sınıfça rölöve çalışması filan yaptıktan sonra şu an aldığımız ders seçmeli olmalı ve ben de onu seçmemeliyim. Şayet bana kalsa, Restorasyon önerisi olarak bu dönem rölövesini almaya çalıştığımız Kağıthane'deki Baruthane binasının, şu an orayı işgal eden insanların tepesine yıkılmasını öneririm mesela. Ancak ne acıdırki bana kalmıyor bu işler.

Uygulama projesi de çok ilginç bir şekilde belkide en istikrarlı giden dersim şu an için. Yapı elemanları tasarımı dersinden kalmış ve 2. defada anca vermiş bir insan olarak yazın ofiste uygulama projesi çizmişliğimin meyvalarını topluyorum sanırım. Daha önce hiç bir uygulama projesiyle uğraşmamış insanların çektiği acı ortada. Bu durumda bu ders konusunda da bir tartışma çıkıyor bence. Ofislerden, stajlardan edindiğimiz bilgilerle yürtüyorsak eğer okulun ne getirisi var? Ben hayatımda hiç tesisat planı görmemişsem nasıl çizeceğim? "E araştır öğren" denilir tabi bu soruya ancak cevap bukadar da basit değil ne yazıkki. Bir denklem çözmekte işe yarayabilir ancak mimarlıkta pek de işe yaramıyor bu çözüm. Çok örnek proje incelemek lazım bu da ya ofislerden kazanılıyor ya da melek gibi bir hocanın olması gerekiyor. Bizim Uygulama projesine gelen yürütücü (her ne demekse) Aslıhan Tavil. Memnun olan var olmayan var tabi ama ben oldukça memnunum tavsiye edilir.

Odtü mimarlıktan Onur denilen insanın yazdığı okunası blog budur , ama çok nadir yazar o da tembeldir. Nezamandır vereceğim bu linki hep unutuyordum.

Son hafta da okulda mı oluruz evde mi ofiste mi bilmem ama bilgisayara yapışık olacağımız kesin.

15 Aralık 2007 Cumartesi

Ofis Gününün Ardından

Klasik bir ofis günü:
sabah 10:30 da ofiste buluşulmak üzere anlaşılır 11de uyanılır 11:30 gibi çıkılır anca 13'te orda olunur sebebi de ofisin Kavacık'ta olmasıdır.

(-Delimisin gizem neden kavacık'ta çalışıyorsun?
-Abi ortamı güzel ya... )

Ofiste buluşup topluca yarışma yapıyoruz işte. Henüz konum itibariyle tasarımda anca tuzumuz oluyor ancak ilerki dönemlerde birer ana madde katacağız umarım. Ama kalfalıktan ustalığa sessiz adımlarla ilerliyoruz, hissediyorum. Bu seferki yarışmada da maketle başladık çalışmaya. İpek var o da benim statüden (çırak) o süper maket yapar. Benim otoket konusundaki dikdatörlüğümü maket konusunda hissettirir, öttürür. Zevklidir onla çalışmak, süper maket bıcağı ucu kırar, ben korkarım.

(-ipek canım ya şu falçatanın ucunu kırarmısın?
- olur tatlım ver.
ÇAT

-İpek, falçata?
-ver
ÇAT

-İpek?
ÇAT)

Geçen seferki yarışmada bir çalışan daha vardı adı H olsun. Hoş kimsenin tanıdığı filan değil ama yinede H olsun adı. Çocuk sabahladı bizimle birgün işte ama nasıl sabahlamak, biz yarımşar saat uyuyoruz nöbetleşe, uyanık kalan ya kesite yada makete devam ediyor, H de uyuyayım biraz dedi aldı köpüğü serdi masanın altına uyudu. Teslimden bikaç saat önce kalktı sağolsun. Sanırım bi 5 saat filan uyudu H. Sonrada kalktı gitti. Bir daha da uğramamış çocuk ofise ne oldu bizden korktumu anlamadık valla...

(Kafka'nın Şato adlı romanı vardır o romanda da hiç isim kullanılmaz baş kahramandan hep "Kadastorcu" olarak bahsedilir, Şehrin adı da bir harftir de hangi harf bilemedim şimdi, ondan özendim.)

Ofis gününün devamı:
saat 23:30 da çıkılır en erken taksiyle Beşiktaşa gelinir uyuyabilmek için birer bira içilir, muhabbet edilir azcık ortam çekiştirilir hayıflanılır, eve gidilir uyunur.

İpeekkk??

14 Aralık 2007 Cuma





Ufak bir deneme oldu buseferki. Google'da görsellerde önce "architecture" kelimesini arattım. Aradığım şey "çok büyük resimler" di. Aslında arada sırada bunu yapıyorum, çok genel bir kelime olduğundan karşınıza birçok değişik şey çıkartıyor. Şimdiye kadar birkaç blog'a, cad block'ları bulunduran sitelere ve bilmediğim örneklere rastladım bu yöntemle. Eğlenceli de oluyor aslında.

Ancak anlatmak istediğim deneme tam da bu değil. Ardından başka bir sayfada "mimarlık" kelimesini aynı şekilde arattım. Google-> görseller -> çok büyük resimler. Amacım Türk mimarlığı ile yabancıların mimarlığını karşılaştırmak filan değildi. Sonuç olarak "arkadaşlar mimarlığımızı dünyaya duyurarlım lütfen aşağıdaki linke tıklayarak internete bir yapımızı ekleyin ve adını mimarlık olarak kaydedin" de demeyeceğim. Biri böyle birşey derse de onu vurmak isterim ayrıca. Karşılaştırmak istediğim şey çok yüzeysel olarak internete yüklediğimiz "mimarlık" ile ilgili görsel unsurların niteliğiydi. Türkçe aramam sonucunda karşıma çıkan şeyler renderlardı, ki akademik personellerin fotoğraflarını ve vesikalık mimar insanların fotoğraflarını saymıyorum çünkü architecture'ın ardında da onlar vardı. Birkaç Nevzat Sayın'a, Arolat'a, öğrenci projelerine rastlarım en azından diyordum ama çok da başaramadım henüz ve 15. sayfadayım. Karşılaştırmamın sonucu olarak "mimarlık pis kaka, architecture rules!" da demiyorum, bakın demedim.

Güzel bir site buldum o da budur. Yukarıdaki render da ordan alınmıştır.

Bu yazıyı da mimarlık olarak etiketliyorum utanmadan.

13 Aralık 2007 Perşembe

Biriken Taşkışla borçları ve dejenere Autocad





Autocad'in dejenere halini görmek için lütfen resmi büyütün. Eğer hala göremediyseniz, ne demek istediğini birazdan söyleyeceğim.

Mimarlık öğrencisi olarak zaten parasız olan bizler bir de bel ağrısı çekmekteyiz. haftanın 5 günü de sabahtan akşama kadar dersim var ve sadece çarşamba günleri okula laptopumu götürmüyorum. Ve tek örnek ben değilim, 7. yarıyıl olan birçok insan aynı sıkıntıyı çekmekte. Laptop sahibi olmamaksa başka bir dert tabi.

Lise sonda http://www.imdb.com/title/tt0342213/ filmini izlemiştim. yanlış hatırlamıyorsam Castro'nun bir tıraş hesabı vardı o filmde. Günde tıraş olmaya nekadar zaman harcandığını ve bunun yıllık hesabını yapmış amca. Eğer o yolu benimsersem Taşkışla yüzünden harcadığım taksi paralarını hesaplayabilrim ancak hiç istemiyorum. Meblağ büyük, farkındayım. İşte bu yüzdendirki, Taşkışla'nın bana borcu var. Beni nerdeyse hergün laptop taşımak zorunda bıraktığı için. "E binme canım sen de taksiye, otobüse bin" derler adama biliyorum da, 3.5 kg ağırlıkla, hep geç kalan bir insan olmak cidden zor. Ama cidden deniyorum ya...

Autocad'in kültürel sorunlarına gelirsek eğer; resimde birşey farkedebildiniz mi? Hemen söyleyeyim en üstteki araç çubuğuna (toolbar) bir dikkat ediniz.
File edit view insert vs. yazması gerek ancak Duygu'nun dejenere Autocad'i edit yerine "düzenle", help yerine de "yardım" yazmış.
Hep bizim dilimizin ve kültürümüzün dejenere olmasından mı bahsedeceğiz? alın size örnek.

Öyleyse "otoket".

12 Aralık 2007 Çarşamba

jüri öncesi....

jüri öncesi korkuları 1. sınıftaki pancar gibi suratla titrek sesle proje sunarken tüketildi sanırım. hoş hala birşey anlatacak olsam suratım pancara döner ama olsun, jüri üstüne alınmasın bana has birşey bu.

Dönem başlayalı çok oldu, bitmesine az kaldığından belli. Okulun heryerine teslim tarihi belirten kağıtlar asıldı, hocalar dersler bitinceki randevuları konuşmaya başladı. 7. Dönem mimari proje dersinin 2. jürisi yarın. saat 23:16. Ne yaptın derseniz bir A1' e giriştim iyi gidiyor. Aklımda da var birsürü şey. Sorun: üşengeçlik tabiki.

Anneler der ya hani " ders dışındaki herşeye enerjin var, derse gelince yorgun oluyorsun" diye. Hah! Aynen öyle işte... Kek bile pişirdim ya lütfen!

Proje hocası Hüseyin Kahvecioğlu. Pek iyi bir hoca. Tasarım konusunda birşeyler yapmak isteyen insanların ondan proje almaları şart gibi geliyor bana. Jüri kavramını es geçip "sergi" lafı attı ortaya. Fikir şu: herkez A1 boyutlarında 1 ila 3 adet pafta üretip maketleriyle beraber sergileyecek. Gelecek olan jüri adı altındaki misafirler sergiyi gezecek ve sahipleri eğer dilerlerse istedikleri kadar bu misafirlerin fikirlerinden yararlanabilecek.

Fikir güzel ancak öğrenci zihniyetini aşamayan birkaç noktası var.
1.si tabiki bu aktivitenin perşembe günü gerçekleşeceğini öğrenen bizler herzamanki gibi arkadaşlarımıza "abi perşembe jüri varmış ya" dedik. Fikir yine jüri kelimesini aşamadı.
2.si fikir nekadar şirin olsada çoğumuza o A1 pafta fikri pek de şirin görünmedi. Hocanın "ben projemi 1 A1 e sığdırırım süper komplex anlatırım diyen varsa tabi 1 A1 yapsın" demeside üzerine pek bir tuz biber oldu.

"jüri" geçsin paftaları eklerim buraya. belki...
Projelerin internete düşmesi veya paftaları başkalarına vermek fikri (pcden) pek hoşuma gitmiyor. tek yaptığım şey fikir üretip birşeyler tasarlamak, o da bana kalsın istiyorum sanırım. Bakalım benim gaza gelmemle bağlantılı.

Eh ilk yazı için oldukça uzun oldu çoktan bırakmışsınızdır okumayı.
unutmadan söyleyeyim; bu blogu aklıma her geleni yazıp biraz kafamı boşaltmak, burayı akıl defteri gibi değil, günlük gibi hiç değil kullanmamak, bunun gibi düşük cümleler kurarak günümü şenlendirmek için açıyorum. dileyen buyursun okusun.

kalın sağlıcaklan.