24 Aralık 2010 Cuma

enstantane

İstiklal'de yürüyordum kırk dakika önce. yapı kredi yayınlarının önündeyim, galatasaraya doğru ilerliyorum. Çantamdaki telefon titreşimde, çalmaya başladı. Manyak gibi karıştırıyorum çantayı, insanlara çarpmaya başlıyorum. Sonra biri beni durduruyor "pardon pardon! bakar mısınız?" diye. Meraklanıp dönüyorum. Önümde kısa boylu kirli sakallı, ağzının kenarında sigarayı tutan sıska bir tip. "Ne vardı?" diye soruyorum. "Ben edebiyatçı Deniz" diyor. Anlam veremiyorum,zaten biryandan hala çılgınlar gibi çanta karıştırıyorum; "eee?". "İsmin yok mu senin?" diye azarlıyor bu kez beni karşımdaki. Hiç bozmadan ilk aklıma gelen ismi sallıyorum "adım Ebru, ne vardı?". Bu arada telefonu bulmuşum, bir sevinç ve gurur dalgası geçiyor benden ama numaraya anlam veremiyorum bu kez de. "Bir konu hakkında konuşacaktım" diyor sıska adam. " Neydi konu?" diyorum, diyalog iyice kısır döngü haline geliyor. Asabiyetim ve kısıtlı sabrımı görünce panik olmuş olacak ki"kasma sana asılmıyorum, sevgilim var benim" diye yapıştırıyor lafı, "iyi senin için sevindim" diye ekliyorum."Yeni bir kitap yazıyorum da, sen beni tanıyor musun ben Edebiyatçı Deniz kitaplarım var benim diyor" haydaa, öyle mi peki... "eee?" hadisene sadede gel canım. "Yeni kitabım hakkında konuşacaktım da"dedi, saniyesinde, "bence daha ilgili birini bulmalısın sen" dedim. "yok ama tam benim tipimsin, direk olay budur yani" diyip elleriyle şöyle bir gösterdi, aman Tanrım neler oluyor! Kaşlarımla ben de onu bir gösterip "bence hakikaten daha ilgilisini bulmalısın" diyerek kaçıyorum oradan. Ve inanır mısınız telefon hala çalıyor.
Meğer yanlış aranmış. Saçma sapan bir telefon konuşması da yaşıyorum.
Ardından İstiklal'de Erkan'ı buluyorum ve kahkalarla anlatıyorum başıma gelenleri.

Hiç yorum yok: