29 Aralık 2010 Çarşamba
26 Aralık 2010 Pazar
24 Aralık 2010 Cuma
enstantane
Meğer yanlış aranmış. Saçma sapan bir telefon konuşması da yaşıyorum.
Ardından İstiklal'de Erkan'ı buluyorum ve kahkalarla anlatıyorum başıma gelenleri.
22 Aralık 2010 Çarşamba
Sarkastik
20 Aralık 2010 Pazartesi
14 Aralık 2010 Salı
4 Aralık 2010 Cumartesi
Heavy in your arms
Link: fizy
My beloved was weighed down
My arms around his neck
My fingers laced to crown.
I was a heavy heart to carry
My feet dragged across ground
And he took me to the river
Where he slowly let me drown
My love has concrete feet
My love's an iron ball
Wrapped around your ankles
Over the waterfall
I'm so heavy, heavy
Heavy in your arms
I'm so heavy, heavy
Heavy in your arms
And is it worth the wait
All this killing time?
Are you strong enough to stand
Protecting both your heart and mine?
Who is the betrayer?
Who's the killer in the crowd?
The one who creeps in corridors
And doesn't make a sound
My love has concrete feet
My love's an iron ball
Wrapped around your ankles
Over the waterfall
My love has concrete feet
My love's an iron ball
Wrapped around your ankles
Over the waterfall
I'm so heavy, heavy
Heavy in your arms
I'm so heavy, heavy
So heavy in your arms
This will be my last confession
I love you never felt like any blessing
Whispering like it's a secret
Only to condemn the one who hears it
With a heavy heart
Heavy heavy i'm so heavy in your arms
Heavy heavy i'm so heavy in your arms
Heavy heavy i'm so heavy in your arms
Heavy heavy i'm so heavy in your arms
I was a heavy heart to carry
my beloved was weighed down
My arms around his neck
My fingers laced to crown
I was a heavy heart to carry
But he never let me down
When he had me in his arms
My feet never touched the ground
I'm so heavy, heavy in your arms.
Heavy, i'm so heavy in your arms.
29 Kasım 2010 Pazartesi
27 Kasım 2010 Cumartesi
kronoloji
24 Kasım 2010 Çarşamba
18 Ekim 2010 Pazartesi
depresif
ve yine sen; elinden geldiğince uğraşmadıkça bunlara mecbursun. elinden gelenin az olması ihtimali yok, çünkü çabalayan çok az insan var. zamanını para gibi bir şeyin motivasyonu ile harcıyorsun.
ve sen;
en son ne zaman bir hayali gerçekleştirmek için kurdun ki?
11 Ekim 2010 Pazartesi
5 Ekim 2010 Salı
Bu aralar
Elimde de bir kitap yok bu aralar. Çocuk edebiyatından şu seriye başlayacağım, klasiklerden okumak istediğim 1-2 tanesini uzunca süredir bekletiyorum ya da el altından devam ettiğim 2 paranormal serinin devamlarını okuyacağım. Bakalım...
Böyle şeyler için zaman bulmak = bomboş olmak istiyorum. Zengin koca bulup ev hanımı olma hayalleri vardır ya kadınların, ona bile kasamam yani :)
29 Ağustos 2010 Pazar
Masal'dan
ya da gerçekten...
23 Ağustos 2010 Pazartesi
7 Haziran 2010 Pazartesi
5 Haziran 2010 Cumartesi
yazım, hayır benimki.
Bir de altına 1 satır kendimle ilgili birşey yazayım dedim.
"Mimarlık dışında çocuk masalları ve fantastik hikayeler yazar" diye eklemiş bulundum.
Hani nerdeler deseler, kafamı gösterip burda diyeceğim. Yalan aslında bu yazdığım. Ben hikayeleri yazmıyorum, anlatıyorum. Düzeltelim:
"Mimarlık dışında, eğer dinleyici çıkarsa, çocuk masalları ve fantastik hikayeler anlatır, dinleyici çıkmassa da kendi kendine anlatır."
Şimdi doğru oldu işte.
11 Mayıs 2010 Salı
22 Nisan 2010 Perşembe
Picasso Amca
1. sınıf daha tıfıl mimarlık öğrencileri olarak, proje hocalarımızdan İpek Yürekli'nin odasına gitmiştik. Yanımda iç mimarlıktan N. vardı. N. çok saf, temiz, normal bir kızdı, hala da öyledir. O İpek Hoca'ya birşey sordu, ben de o sırada İpek Hoca'nın panosundaki resimleri inceliyordum. N. şaşkınlıkla yukarıda eklemiş olduğum fotoğrafı gösterdi panodan ve sordu "aa bu kim?". Ben daha ağzımı açıp da birşey diyemeden İpek Hoca "amcam" demişti. N.'nin suratını hatırlıyorum, benim kahkahamla iyice kararmış, sinirle gölgelenmiş halde "hayır yani ünlü biri olduğunu biliyorum da" filan birşeyler dedi sinirle çıktı odadan. Hala Picasso benim için İpek Hoca'nın amcasıdır, İpek Hoca'da tanıdığım en hazır cevap insanlardandır.
27 Mart 2010 Cumartesi
planbarquitectura.com
16 Mart 2010 Salı
28 Şubat 2010 Pazar
Algı / Proje Sunumları 01
Öyleyse; algı bir şeyi fiziksel olarak tanımlamak sayılabilir mi? Bu sorunun cevabı hayırdır. İnsanın gördüğü, duyduğu veya dokunduğu bir şeyi kişisel olarak anlaması, yorumlaması olarak açıklayabiliriz. Kimyada “Türevini almak” diye bir tanım vardır, bir madde üzerine yapılan işlemler sonucunda başka bir madde elde edilmesi anlamına gelir. Algıyı da gözlemcinin baktığı şey ile gördüğü şey arasındaki türev alma işlevi olarak tanımlayabiliriz. Ya da başka bir yaklaşımla algı kişinin gözündeki bir filtreleme sistemi olarak da tanımlanabilir. Filtreleme olarak tanımladığımız olay yalnızca süzgeçten geçirme değil dönüştürme anlamına da gelmektedir. Bu filtreleme ile belli bir fiziksel (tanımlı) çevrede yaşayan insanların, çevreyi algılamaları ve tanımlamarı her insana özgü olacak, dolayısıyla farklılık gösterecektir. Bu filtrenin unsurları arasında karakter, eğitim, tecrübeler, gereksinimler, dil, inanç, önyargı, korkular, istekler sayılabilir, ve bu liste uzatılabilir. En basit örnek olarak her insanın gözü renkleri aynı frekansta algılamayabilir, bu tamamen gözle ilgili olan fiziksel bir farklılıktır, tıpkı bilgisayar monitörlerinin renk skalalarının farklılığı gibi. Bahsettiğimiz bu filtrelemenin yalnızca fiziksel yeterlilikle ilgili olmadığını hatırlatmak gerekirse, tüm renkler hali hazırda etkilenmiştir.
Saf algı olarak tanımlı, insanların ulaşabildiği ve filtrelemeden geçirmediği bir algının olduğunu varsayalım. Eğer saf algı farklılaşmamış, anlık algı olarak tanımlanırsa; ilkel insanların algılarının saf algıya yakın olduğunu söyleyebilir miyiz? İlkel insanın saf algıya ulaşmasındaki en büyük engeli; tecrübesizliği, tecrübesizliğin getrdiği cahilliği ve cahilliğin getirdiği inançlardır. Bu durumda farklılaşmamış kişilikler ve tecrübeler de saf algıyı bozar sonucuna varabiliriz. Günümüz insanının algı filtresindeki unsurların arasında onun önceki tecrübeleri ve eğitimi sayılırken, bu filtrelemeyi kaldırıp saf algıya yaklaşma yolunda, ilkel insan örneğindeki gibi tecrübe ve bilgi eksikliği engeli karşımıza çıkıyor.
Man Ray’in 1923 yılında hazırladığı Le Retour la Raison (return to reason) videosunda 00:07 ila 00:16 arasında gördüğümüz görüntüler günümüzde izlendiği zaman bozulmuş bir televizyon ekranı görüntüsü olarak algılanabilir. Ancak 1923’te henüz televizyonun olmadığını düşündüğümüzde, algının zamanla ve tecrübe farklılıklarıyla değişkenlik gösterdiğini söyleyebiliriz. Man Ray de o görüntüleri kar yağışı olarak düşünüp hazırlamıştır. Daha önceden tecrübe etmediğimiz görselleri, görsel algı sürecinde kullanamadığımız bir gerçektir. Bu konuya başka bir örnek de Fight Club (Dövüş Klübü) filminde görülebilir. Filmde sinema salonunda makinist olarak çalışan karakter çocuk filmleri arasına tek karelik porno film montajı yapmaktadır. Filmi izleyen ailelerden ebeveynler bu olayı farkedebilirken daha önce cinsel içerikli film tecrübesi olmayan çocuklar için o görüntü algılanamaz.
Toplumun sanat eserlerini algılaması bu durumda nasıl sınıflandırılabilir? Genelleme yapmak gerekirse toplum, sanatla mesafeli durur görünmekte ve bu durum toplum açısından sanat pratiği eksik olarak tanımlanabilir. Her insanın belli bir sanat kavrayışı olduğunu varsayarak yola çıkarsak da bu kavrayışın değişkenliği üzerine düşünmek gerekir. Saf algı kavramından oldukça uzakta duran bu konu, bilinen ile bilinmez arasındaki algı kapısı ile belki açıklanabilir.
Mimari mekan algısı da yalnızca fiziksel tanımlamalardan oluşmayan, mekanın üstlendiği anlamlar ve izleyicinin mekandan edindiği tecrübe olarak nitelendirilebilir. Bu algıda yine izleyicinin kendine ha filtresi devrededir ayrıca filtreleme yanında baskın bir şekilde mekanın direttiği kurallara da devrededir. Özellikle mekanın koyduğu yasaklar izleyicinin (observer) algısını şekillendirir.
Sonuç olarak algı her açıdan soyut, kişisel, saptanamaz ve sınırlandırılamaz bir kavram olarak karşımızda. Karakterimiz, tecrübelerimiz, ihtiyaçlarımız gibi unsurlarla yapılandırdığımız filtre sistemi ile gördüğümüz şeylerin türevini alarak algıya ulaşıyoruz.
13 Şubat 2010 Cumartesi
12 Şubat 2010 Cuma
20 Ocak 2010 Çarşamba
alice
- Well I, I hardly know sir. I've changed so many times this morning you see
- I do not see.Explain yourself.
- I'm afraid I can't explain myself, sir, because I'm not myself, you know.
- I do not know.
- Well, I can't put it any more clearly, for it isnn't clear to me.
- You? Who are you?
-Well, don't you think you ought to tell me whou you are first?
-Why?